-- İnsanlığın Dertleriyle Dertlenmek

İNSAN HAK VE HÜRRİYETLERİNİ KORUMAK VE GELİŞTİRMEK

Share via WhatsappShare on FacebookTweet about this on TwitterShare on LinkedInEmail this to someonePrint this page

“Âdil Şahitler”i Dünyada da Ödüllendirmek

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 1948’de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda kabul edildiği gün olması hasebiyle 10 Aralık günü her sene dünyanın dört bir yanında çeşitli etkinliklerle kutlanmaktadır. Bu çerçevede MAZLUMDER de 07.12.2019 tarihinde İstanbul Bağlarbaşı Kültür Merkezi’nde “Birlikte Yaşamak ve Mülteciler” temalı bir insan hakları programı gerçekleştirdi. Acımasız zorunlu göçün ve sonu meçhul mültecilik serüveninin yol açtığı derin acıları yansıtan sinevizyon gösteriminin ardından İnsan Hakları Okulu dönem mezunlarına katılım belgeleri dağıtıldı, yılın insan hakları ödülleri sahipleriyle buluştu.

Recep Vidin Vefa Ödülü Süleyman Arslantaş’a, Avukat Aydın Durmuş Genç Hukukçu ödülü Av. Ayşe Akpınar’a, İnsan Hakları Basın Ödülü Bahadır Kurbanoğlu’na, Örgütlü Mücadele Ödülü Kardelen Derneği adına Şükrü Can’a, Bireysel Mücadele Dalında ilk ödül Mustafa Ökkeş Evren’e diğer ödül de Mehmet Yeralan ve Kadir Bal’a müştereken takdim edildi (1).

Mülteci çocukların eserlerinden oluşan resim sergisi ve ev yapımı yemeklerin sunulduğu hayır çarşısıyla başlayan MAZLUMDER İnsan Hakları Gecesi ve Ödül Töreni, Grup Yürüyüş’ün mülteciler için yazılmış ezgileri seslendirmesiyle tamamlandı (2).

28 Ocak 1991 tarihinde 54 kurucu üye ile kuruluşu gerçekleştirilen İnsan Hakları ve Mazlumlar İçin Dayanışma Derneği (MAZLUMDER), “Kim olursa olsun zalime karşı mazlumdan yana” prensibiyle Türkiye içinde ve dışında insan hak ve özgürlüklerinin korunması ve geliştirilmesi için faaliyet yürüten, insan haklarını insan haysiyetiyle ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan, siyasal, ekonomik, sosyal, hukuki, psikolojik, kültürel ve fiili her türlü girişimi “insan hakları ihlali” ve “zulüm” olarak niteleyen, kim tarafından ve kime karşı yapılırsa yapılsın, her türlü haksız muameleye karşı çıkmanın, işkence, aşağılama ve tecavüze karşı mücadele etmenin gerekliliğinden hareketle çifte standartsız bir insan hakları mücadelesinin önemine inanan, mazluma kimliğini sormayan, zulme rıza göstermeyi zulüm sayan bir insan hakları örgütüdür (3).

Mazlumlara Güvenilir Bir Liman Olmak

MAZLUMDER Genel Başkanı Ramazan Beyhan’ın, derneğin bu yılki insan hakları gecesinde yaptığı açış konuşmasında dikkat çektiği hususları geniş özet halinde aktarmakta yarar görüyorum (4):

“… Bu yılki insan hakları gecemizin ana fikri; “Birlikte Yaşamak ve Mülteciler”dir. Çünkü dünyanın hemen her yerinde oranın yerleşik halkının hem kendi aralarında hem de mülteciler ile birlikte yaşama sorunu olduğu gibi birçok hak ihlalinin en başta gelen sebebi de budur. Avrupa Birliği ve ABD dahil tüm Batı dünyasında da aynı sorun yaşanmaktadır. Yabancı düşmanlığı, İslamafobik tutumlar ve ayrıca sığınmacılara karşı tutumları İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin ilkeleriyle açıkça çelişmektedir: 14. Maddenin 1. Fıkrasına göre “Herkesin zulüm karşısında başka ülkelere sığınma ve bu ülkelerce sığınmacı muamelesi görme hakkı vardır.” Ayrıca bu ülkeler, bölgemizdeki birçok çatışmanın; milyonlarla ifade edilen mültecilik durumunun ve yüz binlerle ifade edilen ölümlerin, işkence ve idamların doğrudan ya da dolaylı müsebbibidirler!

Yeni Zelanda ve Tayland baskınları, Keşmir sorunu ve Miyanmar’daki etnik kıyım, Çin’in Doğu Türkistan’da Uygurlu Müslümanlara uyguladığı insanlık dışı yaptırımlar dünyanın gözü önünde devam etmekte olan ağır sorunlardır. Rusya’nın isteği doğrultusunda Türki cumhuriyetlerden münferiden ama azımsanmayacak sayıda insanlar ülkelerinden göç etmekte, onlarcası zindanlarda işkence görmekte ve idam edilmektedirler!

Suriye’de rejime destek veren Rusya sivil alanları bombalamaya hâlâ devam etmekte, milyonlarca Suriyeli insanın mülteci konumuna düşmesine doğrudan sebebiyet vermektedir. Haliç Koalisyonu Yemen’de ikinci bir Suriye vakasını yaşatmakta; yaşlılar, kadınlar ve çocuklar saldırıların doğrudan hedefi olmaktadır! Suud ailesinin muhaliflere uyguladığı baskı, tutuklama, işkence ve idam gibi uygulamalar, Kaşıkçı olayında olduğu gibi herkesin gözü önünde cereyan etmektedir. Libya iç savaşı, Irak ve İran’daki gösterilerin orantısız güç ile bastırılması, Mısır darbecilerinin her taraftan destek görmeleri, işkence ve idamlara göz yumulması, Mursi’nin şehadeti… Siyonizmin Filistin halkına karşı yaptırımları… Tüm bu hak ihlalleri küresel güçlerin açık desteği ile devam etmekte olup bölgemizi yangın yerine dönüştürdüler…”

Anadolu’nun Birlikte Yaşama Tecrübesini Güncellemek

“Ülkemiz gelince: Çok dinli, çok dilli, çok kültürlü olup asli unsurlardan oluşan yapısı ile birlikte asırlarca dünyanın neresinde olursa olsun zulümden kaçanların sığındığı bir limandır Türkiye. Bizler, -adıyla müsemma- bir anne şefkatiyle bizi bağrına basıp kucaklayan Anadolu coğrafyasının çocuklarıyız. Renkleri, dilleri, ırkları, inançları, mezhepleri, fikirleri, düşünceleri, ideolojileri ve gelenekleri farklı olan kardeşleriz, komşularız ve hemşehrileriz. Bu kardeşliğin olmazsa olmazları var. Şöyle ki; acımız bir, sevincimiz bir… Bir vücudun organları gibi bütünleşmişiz. Bu ruh dünyasında; “insan, onuru ve haysiyeti ile birlikte dinler ve vicdanlar, canlar ve mallar, aileler ve nesiller, düşünce ve ifade hakları” bütün insanlar için dokunulmazdır. Bu dokunulmazlık, bize yolu düşen için de, bize sığınan için de aynen geçerlidir. Muhacir kardeşlerimizi külfet değil rahmet biliriz… İşimizi ve aşımızı bizden çalan değil, bilakis onları bereket vesilesi biliriz.

Anadolu irfanı haini affetmez, kim olursa olsun zalimden başkasına düşmanlık etmez, mazluma kimliğini sormaz… Mazlumu zalimle asla bir tutmaz. Anadolu irfanında insan “ya dinde kardeşin ya da yaratılışta eşin”dir. Ötekimiz sadece ve sadece zalimdir. Bu erdemli duruşun kaynağı imandır ve en güçlü ilkesi dürüstlüktür. Çünkü biz “el-Emîn”in ümmetiyiz: O (s) bize şunu öğretmiştir: “İmanını haykır ve dürüst ol!” Nitekim iman ve istikamet hayatımızın bütün alanlarını ve ilişkilerini belirleyen ve denetleyen, korkularımızı ve hüzünlerimizi ümide dönüştüren temel ilkelerimizdir. Kısaca değindiğim bu durum ve sayamadığım benzeri hususlar, İslam ümmetinin özellikle Anadolu coğrafyasının asırlarca yaşadığı ve yaşatmaya çalıştığı zengin tecrübesidir. Bu tecrübenin hukukunu koruyan “adalet” ilkesidir ve sınırlarını belirleyen de yazılı olsun veya olmasın anlaşmalara ve sözleşmelere “vefa” ilkesidir. İşte bunlar Anadolu halklarının bir arada yaşama beyannamesi ya da toplum sözleşmesidir.

Fransız İhtilali ile ümmetin içine giren ırkçılık fitnesi, Cumhuriyet dönemiyle başlayan ulusalcı ideolojiler; devlet düzeyinde bahis konusu ettiğimiz bu teamülü kırılmaya maruz bıraksa da toplum bu sözleşmesini sürdürmek için direnmektedir. En büyük organizasyon olan devletten sivil toplum kuruluşlarına kadar, bütün organizasyonları dikey ve yatay ilişkileriyle Anadolu tecrübesini güncelleyerek insanlığı içine düştüğü bu ateş dolu çukurlardan kurtarmaya davet ediyoruz.

Ülkemizde nefes alıp veren her insanın hak ve özgürlükleri dokunulmazdır. Hukuk, bütün özel ve tüzel kişilikler için ülkenin her bölgesinde eşit uygulanmalıdır. İnancı, rengi, dini ve dili ne olursa olsun herkes kendi kimliğiyle anayasanın eşit saydığı vatandaşlar olarak tarağın dişleri gibi eşit olmalı, efendi-uşak ilişkisine, ret, inkâr ve asimilasyon heveslilerine asla fırsat verilmemelidir. Dinî ayrımcılık ve Kürt Meselesi de bu perspektifle çözüme ulaşacaktır. Gerek farklı kimliklere ve siyasal rakiplere ve gerekse mültecilere karşı ayrıştırıcı ve ötekileştirici nefret dili terk edilmeli, diplomatik bir dil inşa edilmelidir.

Ülkemize sığınan insanların; vatandaşı olduğu ülkelerce terörist olmakla suçlanması, tek taraflı olarak asla kabul edilmemeli, bu insanlara ve çocuklarına ‘terör kodu’ konulmamalı ve ülkelerine geri gönderilmemelidir. Gözaltına alınmalarından temyiz aşamasına kadar hukukun temel ilkelerinden asla taviz verilmemelidir. Nezarethaneler, cezaevleri ve geri gönderme merkezlerinin şartları insani standartlara uygun hale getirilmeli, STK’ların da dahil olduğu heyetler tarafından sıkı bir şekilde denetlenmelidir. KHK ile işinden olan insanların mahkemelerce beraat kararı verilmesinden sonra işlerine ivedilikle geri dönmeleri sağlanmalıdır.”

Adalet ve Vefa ile Davranmayı Ahlak Edinmek

“Bu ülkede mali açıdan sıkıntıya giren spor kulüplerine ve ticari şirketlere tanınan kolaylıkların İstanbul Şehir Üniversitesi’ne tanınmaması eşitlik ilkesine aykırı olup bilim yuvası olan üniversitelerin çalışmalarına devlet eliyle müdahaleden vazgeçilmelidir. Şiddete bulaşmayan, şiddeti reddeden dinî, sosyal ve kültürel vakıf ve diğer STK’ların barışçıl gösteri ve basın açıklaması haklarını kısıtlamak, orantısız güç kullanmak, itibarsızlaştırılmasına sessiz kalmak toplumsal barış ve huzuru, keza bir arada yaşamayı zorlaştırdığı için bu uygulamalardan derhal vazgeçilmelidir. 28 Şubat sürecinde darbeci aktörlerin mağdur ettiği Sivas mağdurları ilerlemiş yaşlarına rağmen hâlâ cezaevindedirler. Bu insanların yeniden yargılanmalarını talep ediyoruz… Alevi vatandaşlarımızın, kardeşlerimizin vicdanına sesleniyorum:

Madımak otelini yakan el ile Başbağlar’da bir o kadar insanı katleden el aynı eldir. Bir o kadar insanı ömür boyu ağırlaştırılmış hapse mahkûm eden ve adeta ölüme terk eden, bu arzularına yargıyı alet eden el de aynı eldir. O halde acılarımızın üzerinden vesayet kuranlara birlikte dur demek insanı vazifemizdir.

İktidarıyla muhalefetiyle, resmî ve sivil kurumları ile Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin vatandaşları olarak, aynı şekilde yeryüzünün neresinde yaşıyorlarsa yaşasınlar, devlet veya STK olsun, gelin hep birlikte Nahl Suresi’nin adaleti emreden 90. ayetinden 100. ayetine kadarki bölümünü yeniden okuyalım ve üzerinde düşünelim. Orada şunu açıkça göreceğiz ki; adalet ve vefa ilkeleri şiddetle vurgulanmaktadır. Bu ayetlerde, bu iki ilkeden sapanlar ya da bu ilkeleri istismar edenler; ipini sapasağlam eğirdikten sonra tekrar bozan bunamış bir kadına benzetilmektedir. Keza çıkar ve menfaat uğruna anlaşmalara uymaktan imtina edenlerin sağlam basan ayaklarının kayacağı ve bir daha bellerini doğrultamayacakları haber verilmektedir.

Rabbimizin barış ve huzur dolu, erdemli ve tertemiz bir hayatı yaşatma vadine ulaşmak için; inanmış erkekler ve kadınlar olarak; adalet ve vefa ilkesine bağlı kalarak salih işler yapmak dileğiyle…”

Kaynaklar:

  1. Mazlumder İnsan Hakları Ödülleri Sahiplerini Buldu. https://www.facebook.com/689438441174201/posts/2570084363109590/, 07.12.2019.
  2. Mazlumder İnsan Hakları Gecesi ve İnsan Hakları Ödül Programı Gerçekleşti. https://www.facebook.com/689438441174201/posts/2570055799779113/, 07.12.2019.
  3. http://mazlumder.org/tr/main/pages/hakkimizda-biz-kimiz/65, 07.12.2019.
  4. Ramazan Beyhan; “Mazlumder 2019 İnsan Hakları Gecesi Açış Konuşması”. Bağlarbaşı Kültür Merkezi, İstanbul, 7 Aralık 2019. https://www.facebook.com/689438441174201/posts/2570348476416512/, 07.12.2019.
Share via WhatsappShare on FacebookTweet about this on TwitterShare on LinkedInEmail this to someonePrint this page
İYİLİK HALİNİ YÜKSELTMEK İÇİN SOSYAL DIŞLANMAYI AZALTMAK

Yorum yap

Yorum

  1. Her ne kadar gavurların iki yüzlülüklerinin zirvesi olarak okusam da “Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi”ni ve Uluslararası iki yüzlülüğün merkezi olarak gördüğüm Birleşmiş Milletler tarafından mazlum halkların vatanlarından edildiği, topraklarının işgal edildiği ve katledildiği bir zaman diliminde 1948 yılında kabul edilen “İnsan Hakları Günü”nü kocaman bir yalan olarak görsem, gavurların ilanl ettikleri günler üzerinden yalan insan hakları yaygarası kopartılmasını kabulenemesem de insan hakları bağlamında Mazlumder genel başkanı sayın Ramazan Beyhan beyin paylaşımlarını bazı cümlelerine rezerv koyarak önemsiyorum. Gündeme taşıdıklarınız ile memlekette ciddi farkındalıklara vesile oluyorsunuz, tebrik ve teşekkür ediyorum.